Televizyon karşısında geçirdiğim kısıtlı süre içerisinde rastladığım her orman yangını haberi sonrası, bir yangının da kendi yüreğimde başlayıp etrafa zarar verdiğini hissediyorum. İçimde beslediğim bu yangın, düşüncelerin kuvvetli rüzgarlara sebep olan etkisiyle şiddetini sürekli arttırıyor ve beni her zamankinden çok daha fazla karamsar yapıyor.

Bugüne kadar hiçbir yangını yakından yaşayıp korku ve çaresizliğin o boyutunu tecrübe etmedim. Ancak o anın sadece bir fotoğrafının içimde uyandırdığı duygular bile, doğa ile empati kurmama ve en derinlerinde yaşadığı acısını paylaşmama her zaman yetti. Çünkü sevgiye giden yoldaki tek araç aile, sevgili ve arkadaş ilişkilerini kapsamakta olan insan sevgisi değildi; Çocuklarının ihtiyaç duyduğu her şeyi onlara cömertçe sunan ve karşılığında yalnızca sevgi bekleyen biri vardı: Doğa Ana.

Ancak -kabul etsek de, etmesek de- özümüzün önemli bir parçası olan bencilliğimiz tarafından öylesine kör edilmiştik ki, ilgi ve sevgi tercihimizi teknolojiden yana kullandık. Çünkü Doğa Ana’nın sahip olduğu kusursuz düzen karşısında ufaldığımızı hissediyor ve bunu kabullenemiyorduk. Hâlbuki gerçek tam da buradaydı; Bizler yalnızca insandık ve insanın olduğu yerde kusur ve onun neden olduğu sorunlar hiçbir zaman son bulmazdı. Çoğu zaman olduğu gibi yine düşün(e)medik ve yok etmeye umarsızca devam ettik.

Tüm bunlara rağmen Doğa Ana sükunetinden hiçbir zaman taviz vermeyerek kapısını çocuklarına her koşulda açık bıraktı. Geleceğimizi duygusuz eller ile şekillendirmemek için doğa ile bir arada yaşamayı öğrenip, uygulamaktan başka hiçbir seçeneğimiz yok.