İşlediği suçun farkında olduğu hâlde vurdumduymazlığından taviz vermeyen şımarık bir çocuk gibisin Türkiye; taklit yapıyor, sırıtmaya devam ediyor ve her şeyden önce düşünmemeyi tercih ediyorsun.

Bir başkası adına utanmanın getirdiği çaresizliğin, ülke gündemine düşen her tatsız olay ile birlikte yükünü biraz daha ağırlaştırmasıyla kendimi bu topraklarda artık bir yabancıymış gibi hissetmeye başladım. Çünkü gün içinde birbirinden absürd çok fazla vakaya maruz kalınmasının yanı sıra birçoğu yalnızca geçiştirildiği ve tatminkar bir sonuca bağlanmadığı için Türkiye’de yaşam, kırılamayan bir döngü hâlinde yoluna devam etmekte. Ölüm ile noktalanmadığında artık sevinir olduğumuz bu olaylar, aslında, inancı tarafından zarar görmekte olduğunun farkında olmayan, gerici bir topluma atılmış güçlü bir tokat niteliğinde. Tüm bu bugün görmekte olup yarın da görmeye devam edeceklerimizin, ailede başlayıp çevre etkisi ile daha da keskin bir şekle bürünen baskıcı “ahlak” anlayışına dünyaya geldiği ilk saniyeden itibaren mağruz kalan Türk insanını yansıttığına inanıyorum.

Malûm otobüs firmasının rezilliklerinin son halkası olan mastürbasyon vakası ile son zamanların adeta yeni modası hâline gelen “Şeytana uydum yaptım,” repliği bir kez daha gündeme düşerken, hiç umulmadık anda kanamaya başlayan bir tür yaraya benzettiğim “inanç” kavramı, bu sefer de, yaptığının kabullenebilir hiçbir tarafı olmayan hasta ruhlu bir varlığın çıkarlarına ön ayak oldu.

Yaşanılanlara sosyal medyada gösterilen kimi bilinçsiz tepkiler ise en az olayın kendisi kadar korkunçtu. Mağdur kişinin o cümlelere herhangi bir yerde rastlamayacağının hiçbir garantisi olmadığı hâlde yazılan sığ yorumlar ve yapılan çirkin mizah, toplumun cahil ve fırsatçı yönünü bir kez daha gün yüzüne çıkardı. “Bir anlık cahillik ile yaptım,” diyen muavin ile aynı potansiyeli içinde barındıran daha niceleri gerek internet ortamında, gerekse yaşamın olduğu her yerde benzer fırsatları kolluyor.

Kimi zaman mağdurun psikolojisini, kimi zamansa koca bir hayatını hedef alan taciz, tecavüz ve cinayetler, dindar ülkemizin dört bir yanında işlenmeye hâlâ devam etmekte. Belki de değişmeyecek tek şey, mağdur olan kesim: Kadınlar.

Farkında olmadan benimsemiş olduğumuz bu ağır şartlar ile birlikte yaşamak, cinsellik ve şiddetin olabildiğince şeffaf içerikte bir görsel anlatım ile beyazperdeye aktarıldığı herhangi bir Lars von Trier filmi içinde rol almaktan farksız. Acaba “istenmeyen Danimarkalı”, laçkalaşmış Türkiye gündemi hakkında neler düşünüyordur?